Cinsellik Ve Cinsel Sağlık

Cinsellik Ve Cinsel Sağlık

Doğum öncesi başlayıp bir yaşam dürtüsü olarak ömür boyu devam eden cinsellik, insan yaşamının doğal, normal ve olması gereken bir parçasıdır. İnsanların değerlerini, tutumlarını, davranışlarını, fiziksel görünümlerini, inanışlarını, duygularını ve kişiliklerini kapsar. İçinde yaşanılan toplumlara göre şekillenir, kültürel ve ahlaki faktörlerden etkilenir, üremeyi, cinsel zevk almayı ve zevk vermeyi içerir.

Cinsel dürtülerimiz doğuştan var olmakla birlikte, cinselliğe ilişkin düşüncelerimizi ve tutumumuzu, içinde yaşadığımız toplumun değer yargıları ve kişisel yaşantılarımız belirler. Cinsel davranışlarımız da bu temel üzerinde öğrenerek gelişir. Bu nedenle insanlar, cinsel dürtü, güç, tercih ettikleri cinsel anlatım ve doyum açısından farklı yapıdadırlar. Kişinin toplumdaki ilişkileri, yaşam koşulları, içinde bulunduğu kültür ortamı, aile yapısı, yaşı, kadın veya erkek oluşu,  yaşam boyu geliştirilmiş cinsel deneyimleri de bu farklılıkların belirleyicileridir. Fiziksel, duygusal, entelektüel ve sosyal yönlerin kişiliği, iletişimi ve aşkı zenginleştirici etkilerinin bileşiminden oluşan cinsellik, bireyin kişiliğini ve kendine özgülüğünü oluşturan önemli bir parça olup “kendi içimizde hissettiğimiz ve başkaları ile paylaşmak isteyebileceğimiz haz verici bir enerji” olarak da tanımlanabilir.

Özet olarak cinsellik;

  • Bedeni ve aklı içeren temel bir içgüdüdür.
  • Değerlerimiz, tutumlarımız, inanışlarımız, davranışlarımız, fiziksel görünümümüz, düşüncelerimiz, duygularımız, kişiliğimiz ve sosyalleşme alanlarımızla şekillenir.
  • Biyolojik ve psikolojik süreçlerden, sosyal normlardan, aile yapısından, kültürden ve dinden etkilenir.
  • Diğer canlılardan farklı olarak üremenin yanı sıra, cinsel zevk almayı ve vermeyi de içerir.
  • İnsana sevilmeye değer olduğu duygusunu verir; bir başka açıdan kadınlığın ve erkekliğin onaylanmasıdır.
  • Tüm insanlara özgü olup bütün yaşamı kapsar.

Cinsel sağlık ise, öncelikle kişinin cinselliği anlaması ve cinselliğe yönelik kendi tutumları hakkında bir farkındalık geliştirmesi, bunun sonucunda da cinsel hayatını zorlama olmadan, mutlu olarak ve zarar görmeden sürdürebilmesidir. Yani kişinin özgürce cinselliğini ifade edebilme yeteneğidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de cinsel sağlığı; ‘cinsel bir varlık olarak insanın sadece bedensel değil; duygusal, düşünsel ve toplumsal bütünlüğünü sağlayan, kişilik gelişimi, iletişim ve sevginin paylaşımını pozitif yönde zenginleştiren ve arttıran sağlıklılık halidir’ şeklinde tanımlamaktadır.

Anlaşılacağı üzere cinsel sağlık, sağlıklı üremeden çok daha fazlasıdır. İlişkiler ve cinsellik, insana hem sevilmeye değer olduğu duygusunu verir, hem de aynı zamanda kadınlığın ve erkekliğin onaylanmasıdır. Yapılan bilimsel çalışmalar açıkça ortaya koymaktadır ki, cinsel sorunlar insanları en fazla mutsuz eden sağlık sorunlarının başında gelmektedir ve cinsel sağlık, hem bireysel hem de toplumsal sağlık açısından önemlidir. Kısacası cinsel yaşam tarzının, bütün sağlık ve iyilik halleriyle çok yakın ilişki içinde olduğu gösterilmiştir. Cinsel sağlığın bozulması ise sadece fiziksel sağlığın kesintiye uğraması ile sonuçlanmaz; gerek kadın gerekse erkekte halkalar halinde ruhsal sağlığın, ardından aile sağlığının ve sosyal sağlığın da bozulması söz konusudur. Buna rağmen ülkemizde cinsellikle ilgili inanışların bir çoğu maalesef abartılı, yanlı ve yanlıştır.

Sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam için; öncelikle cinsellik hakkındaki ön yargı ve mitlerden kurtulmak, kendini ve eşini iyi tanımak ve doğru bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Bizim gibi muhafazakar toplumlarda cinselliğin yasaklanması, cinsel eğitimin olmaması, cinselliğin bir tabu olarak algılanması ve bekaretin önemsenmesi gibi etkenler; kadınlarda vajinismus, cinsel isteksizlik ve orgazm bozuklukları, erkeklerde ise erken boşalma, sertleşme sorunları ve isteksizlik gibi psikojenik kökenli cinsel işlev bozukluklarının, batı toplumlarına göre daha yüksek oranlarda görülmesine yol açmaktadır.

Cinsel yaşama ilişkin sorunların çözümünde yalnızca tıbbi bir yaklaşım getirmek yeterli olmadığı gibi yalnızca psikolojik ya da sosyokültürel bir yaklaşım da yeterli olmayacaktır. Artık tüm dünyada kabul edilmiş olan modern tedavi yaklaşımları insanı ‘biopsikososyal’ bir varlık olarak tanımlamakta ve tüm tedavi stratejilerini bireye, çifte, topluma ya da kültüre özgü biçimde bu temel saptama üzerine kurmaktadır.

Unutulmamalıdır ki toplum olarak sağlıklı nesiller yetiştirmek; bedensel, ruhsal, zihinsel, sosyal ve cinsel yönden kendisi ve çevresi ile barışık bireyler yetiştirmekle mümkündür. 

 

 

Bu gönderiyi paylaş