Kadına Yönelik Her Tür Şiddet Suç Ve İnsan Hakları İhlalidir!

Kadına Yönelik Her Tür Şiddet Suç Ve İnsan Hakları İhlalidir!

Kadına yönelik şiddet, günümüzün farklı sosyo-kültürel yapısı içinde 21 yy.’da bile kırılması en güç tabulardan biri olarak görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti; “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması” durumu olarak tanımlamaktadır. Şiddetin en yaygın görülen biçimi erkeğin kadına ve çocuğa karşı uyguladığı aile içi şiddettir.

Kadına yönelik şiddet; Birleşmiş Milletler (BM) Genel Meclisi tarafından 1993 yılında kabul edilen “kadına yönelik şiddetin yok edilmesi bildirgesi”nde ve 1994 yılında yayınlanan       “4. Dünya Kadın Konferansı Eylem Platformu ve Pekin Deklarasyonu”nda; “cinsiyete dayalı olarak gerçekleşen, kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türlü şiddet” olarak tanımlanmaktadır.

En yeni ve geçerliliği kabul görmüş tanım 2011 yılında Avrupa Konseyi (Council of Europe) Parlamenterler Meclisi’nde imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi’nde yapılmıştır. Bu sözleşmeye göre kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik bir ayrımcılık biçimi olup ister kamuda ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ya da ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelmektedir. Sözleşmedeki “kadınlar” sözcüğü, 18 yaşın altındaki çocukları da kapsamaktadır (Council of Europe, 2012). Aynı sözleşmeye göre “kadına yönelik aile içi şiddet” ise, aile içerisinde ya da hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelmektedir. Her açıdan yıkıcı olan bu eylem, kadınları değersizleştiren ve onları ikinci planda tutmayı hedefleyen ataerkil sistemle yakından bağlantılıdır.

Şiddet olgusunun ortaya çıkışı, insanlık tarihi ile paraleldir. Yapılan bir araştırmaya göre kadınların fiziksel şiddet yaşamalarının kökeni 3000 yıl öncesine kadar gitmektedir. Buluntular erkek mumyaların kemiklerinde % 9-20 kırığa rastlanırken, kadın mumyalarda bu oranın % 30-50 olduğunu göstermiştir. Eski Roma yazıtlarında erkeklerin, kendilerinden izinsiz oyunlara katıldıkları ya da zina yaptıkları için eşlerini cezalandırma, boşama ve hatta öldürme hakkına sahip oldukları yazmaktadır. Türkiye’de  yüzyıllar boyunca, erkeğin eşini ya da kızını dövmesi, erkeğin hakkı ve hatta ‘görevi’ olarak kabul edilmiş, ”kızını dövmeyen dizini döver” yaklaşımı ile adeta desteklenmiştir. Son yüzyıla kadar, birçok ülkede de erkeğin karısına fiziksel şiddet uygulaması bir hak olarak tanınmıştır.

ŞİDDET EVRENSELDİR…

Kadına yönelik şiddet coğrafi sınır, ekonomik gelişmişlik ve eğitim düzeyine bakılmaksızın tüm dünyada ve pek çok kültürde son derece yaygın görülen bir olaydır. Dünyada milyonlarca kadının şiddete maruz kaldığı bilinmekte, ancak gelenekler, kadının statüsünün düşük olması ve ekonomik özgürlüğünün olmaması gibi nedenlerle kadına yönelik şiddet çoğunlukla gizli tutulmaktadır. Şiddet kavramı evrensel olmakla birlikte, kadının farklı şiddet biçimleri ile karşılaşmasının nedenleri ve risk faktörleri çeşitlidir. Birçok araştırmada kadın olma başlıca bir risk etmeni olarak tanımlanırken özellikle hamilelik döneminde bu riskin arttığı bildirilmektedir. İlişki sorunları ve psikolojik sorunlar; işsizlik, yoksulluk gibi ekonomik sorunlar, çocukluk yaşantılarında şiddet görme veya tanıklık etmiş olma, çocukluk çağı istismarı, eşte alkol-madde kullanım bozukluğu veya ruhsal hastalık varlığı, kadın ya da (özellikle) erkeğin ailesinden kaynaklanan sorunlar, kıskançlık, başka kadın ya da erkekle ilişki gibi başlıklar şiddet riskini arttıran diğer nedenler olarak öne çıkmaktadır. Öte yandan, yasal boşluklar, göçler, doğal felaketler gibi durumlar da şiddet riskini arttırıcı faktörler olarak görülmektedir. Kadınların aileye kocalarından daha fazla gelir getirmesinin ise kadına yönelik aile içi şiddet riskini en az iki kat arttırdığı ifade edilmektedir. Artan eğitim, yüksek sosyoekonomik düzey ve resmi evliliğin varlığı ise koruyucu etmenler olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte kadınların maruz kaldıkları şiddeti algılama, yorumlama ve onunla baş etme biçimleri de farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların belirleyicileri arasında ise o toplumun dini, siyasi ve sosyal düzenlemeleri ve kadının toplumdaki konumu görülmektedir.

Şiddet genellikle bir bütün olarak yaşanmakla birlikte, araştırmalarda şiddetin dört alt boyutundan söz edilmektedir. İlk boyutta yer alan fiziksel şiddet, tekme, tokat, yumruk, zarar verici alet vb. yoluyla beden bütünlüğüne verilen zarara işaret etmektedir. İkinci boyutta, istenmeyen şaka ya da dokunmalardan cinsel ilişkiye zorlamaya kadar uzanan yelpazedeki cinsel şiddet bulunmaktadır. Şiddetin üçüncü boyutu olan psikolojik şiddet, duygusal ya da sözel istismarı ifade etmektedir. Son boyut ise ekonomik şiddettir. Bu boyutta, evin maddi ihtiyaçlarını karşılamamak, çalışan kadının parasını elinden almak, paranın nasıl kullanılacağı konusunda kadının fikrini almamak, gelir getirici bir etkinlikte bulunmayı engellemek ya da ya da tam tersine çalışmaya zorlamak, mirastan yoksun bırakmak en sık rastlanan ekonomik şiddet örnekleridir. Şiddet bu şekilde sınıflandırılıyor olsa da, kadınların şiddeti çoğunlukla birden fazla kez yaşadığı ve genellikle bu şiddet biçimlerinin birden fazlasına maruz kaldıkları ifade edilmektedir. Çalışmalara göre kadınların %25-35’i yaşamlarının herhangi bir döneminde eşi/partneri tarafından fiziksel ya da cinsel şiddete uğramaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde kadınların yarısından fazlasının eşi/partneri tarafından fiziksel şiddete uğradıkları belirtilmiştir. Türkiye’de yapılan çalışmalarda ise, kadınların %26-58’nin fiziksel şiddete uğradığı, kadının aile içinde her türlü şiddete (dövülme, küçümsenme, istismar, tecavüz) maruz kaldığı bulunmuştur.

Kadınlar öğrenim düzeyleri ne olursa olsun şiddete maruz kalmakta, ancak öğrenim düzeyi yükseldikçe şiddete maruz kalma düzeyi azalmaktadır. Yapılan çalışmalar öğrenim düzeyinin kadının şiddet görmesinde farklılık yaratmadığını, ancak şiddetin sonlandırılmasında eğitimli kadının daha başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. Eğitim, kadınların öz saygılarının gelişmesine yardım eden ve kendilerine güvenlerini artıran önemli bir etkendir. Bu durum kadınların yeni seçeneklerin farkına varmalarına ve rasyonel kararlar verebilmelerine yardımcı olmaktadır. Ülkemizde ve diğer ülkelerde, öğrenim düzeyi düşük olan kadınlar daha çok aile içi şiddete maruz kalmaktadır. Şiddet uygulayan kişilerin karakter özellikleri arasında ise agresif karakter özelliği en başta yer almaktadır.

ŞİDDETİN SONUÇLARI…

Türk toplumunda kadından beklenen davranış örüntüsü içinde, sessiz ve itaatkâr olması ‘iyi huy’ olarak algılanmaktadır. Çocukluğundan itibaren ‘iyi huy’lu olması öğütlenen kadın, şiddete karşı koyma yetisinden uzak yetiştirilmektedir. Türkiye’de aile içinde yaşanan sorunlar mahrem kabul edildiğinden şiddete maruz kalan kadın, uğradığı şiddeti en yakın kişilere dahi anlatmaktan çekinmekte, durumun başkaları tarafından bilinmesini istememektedir. Şiddetin açığa vurulması halinde de genellikle şiddet mağduruna yardım etmek yerine, “kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışıyla aile birliğinin devam etmesi adına sessiz kalması tavsiye edilmekte ya da kadın suçlanmaktadır. Kadınların ilk yıllarda eşlerinin değişeceğine inandıkları daha sonra da çevre baskısı, ekonomik nedenler, korku, meslek sahibi olmama gibi gerekçeler yüzünden eşlerini terk edemedikleri ancak şiddet çocuklarını da kapsadığında yardım aramaya karar verdikleri belirlenmiştir.

Her ne sebeple olursa olsun, aile içinde yaşanan şiddet; hem uygulayanı, hem maruz kalanı, hem de bu şiddetin tanıklarını ayrı ayrı olumsuz etkilemektedir. Şiddetle karşılaşma, kadınların ruh sağlığında ve yaşam kalitesinde bozulmalara, sakatlıklara, depresyon, intihar, anksiyete, ilaç-alkol bağımlılığı, travma sonrası stres bozukluğu gibi ruhsal sorunlara, hatta uzun dönemde bakım vermiş oldukları çocuklarının ruhsal gelişimi üzerinde de olumsuz etkilere neden olmaktadır. Şiddete maruz kalan kadınlarda en yaygın ve en yoğun şekilde ortaya çıkan duygu korkudur. Bu korku ile kadın, en güvenli sığınağı olması gereken evinde kendine ve sıklıkla çocuklarına yönelik sürekli bir şiddet tehdidi altında yaşamaktadır. Evin içindeki güvensizliğin yanı sıra, benlik saygısının yaralanması ve gördüğü şiddeti saklama çabasıyla sosyal yaşamdan uzaklaşması, onu zaman içinde izole bir yaşama ve dolayısıyla depresif duyguduruma itebilmektedir. Uzun süre maruz kalınan şiddet, öğrenilmiş çaresizlik algısıyla bu durumun sonunun gelmeyeceği inancına neden olabilmekte, bu inanç şiddetin kanıksanması yoluyla yardım arama davranışına engel oluşturabilmektedir. Ayrıca, eşinden gördüğü şiddeti “hak ettiğini” düşünen kadın önce suçluluk, sonrasında giderek değersizlik duygularıyla da baş etmek durumunda kalabilmektedir. Aile içinde yaşanan şiddetten, kadınlar kadar çocuklar da etkilenmektedir. Şiddete maruz kalan ve bu durum karşısında bir şey yapamayan kadın, öfkesini kendisinden daha güçsüz olan kişilere yöneltmekte ve bu kişiler genellikle çocuk ve yaşlılar olmaktadır. Aile içi şiddete tanık olan ve hatta maruz kalan çocuklar, benlik saygısının düşmesi ve çaresizlik duygularının yanı sıra, şiddeti istediklerini yaptırmanın bir yolu olarak öğrenebilmektedir. Ayrıca bu çocukların kaygı bozuklukları, yeme ve uyku bozuklukları, psikosomatik belirtiler gibi tepkiler vermeleri de olasıdır.

Kadınların çoğu maalesef yaşamları boyunca en az bir kez baba ya da koca şiddetiyle karşı karşıya kalmaktadır. Yapılan çalışmalarda şiddetin kuşaklar arası sürmesi, çocuğun sosyal öğrenme yoluyla ailedeki şiddet davranışını rol model alması, çocuk eğitiminde dayağın yaygın olarak kullanılmasının kabul görmesi şiddetin nedenleri arasında olduğu belirtilmiştir. Cinsiyeti nedeniyle toplumun kadına biçtiği rol ve beklentiler, sonuçta kadınların insan hakları kapsamındaki birçok haklarını elde edememesine ve kullanamamasına yol açmaktadır. Bu durum toplumlarda kadın sağlığı açısından adeta bir kısır döngü oluşturmaktadır.

KADINLARA KARŞI AYRIMCILIK…

Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasını, tekrarlanmasını, türü ve ağırlığını etkileyen birçok faktör bulunmakla birlikte, şiddetin temel kaynağı asıl olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadın ve erkek arasında, ataerkil toplum yapısından kaynaklanan asimetrik güç ilişkisidir. Buna paralel olarak da kadına yönelik şiddet ve bir alt tür olarak kadına yönelik aile içi şiddet;  ataerkil düzeni sürdürmek, itaat sağlamak ve süregelen güç dengesizliğini korumada en etkin araçtır. Kadına yönelik şiddet de toplumun her alanında var olan cinsiyet eşitsizliğinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık dendiğinde, ilk aklımıza gelen, kadınların kadın oldukları için uğradıkları ayrımcılıktır. Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet; “bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen” cinsiyet temelli şiddet olarak tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet, kadınının fiziksel güç kullanılarak ya da korkutularak yıldırılmasıdır ve kadınlara, kız çocuklarına cinsiyetleri nedeniyle yönlendirilen zarar verici çok çeşitli davranışların tümünü kapsar.

‘Kadınlara karşı ayrım’ deyimi de kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelmektedir. (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW), Madde 1)

AYRIMCILIĞIN SÜRDÜRÜLMESİ…

Kadınlarla erkeklerin birbirlerinden farklı oldukları, farklı eğilimlerinin, beklentilerinin, yeteneklerinin olduğu fikri aslında çok da rahatsız edici olmayabilirdi. Ancak  varsayılan bu farklılıklar bir cinsiyet açısından hayatı zorlaştırdığında farklılığın, toplumsal cinsiyet ilişkileri açısından ayrımcılığa ve eşitsizliğe neden olduğu görülebiliyor. Bu ayrımcılığın yaratılmasında ve sürdürülmesinde ise çeşitli araçlar kullanılır. Bunların başında, şiddet gelir. Şiddet, yalnızca fiziksel bir eyleme işaret etmez; psikolojik, cinsel, ekonomik şiddet de tıpkı fiziksel olan gibi, bireylerin denetlenmesini sağlar. Aynı zamanda şiddet tehdidi de şiddetin kendisi gibi işlev görebilir. ‘Yanlış’ zamanda ‘yanlış’ yerlerde bulunmanın, ‘yanlış’ giysiler giymenin, ‘yanlış’ şeyler söylemenin şiddete yol açabileceği bilgisi, kadınların belirli davranışlardan kaçınmalarına, yaşam alanlarını daraltmalarına yol açar. Araştırmalar göstermektedir ki, bir şiddet türü hiçbir zaman yalnız değildir, muhakkak farklı şiddet türleriyle birliktedir. Ayrımcılığın sürdürülmesini sağlayan ve kolaylaştıran bir başka araç ise kalıp yargılardır. Cinsiyet ayrımcılığı söz konusu olduğunda en yaygın kalıp yargı, ‘namuslu’ ve ‘namussuz’ kadın ayrımıdır. ‘Yollu’, ‘aranıyor’, ‘müsait’, ‘kuyruk sallıyor’ vb. kalıp yargılar kadınları ataerkil kodlara göre biçimlendirir. Aynı zamanda, ayrımın belirsizliği, kadınların sürekli bir tehdit altında huzursuz yaşamalarına da yol açar. Geleneksel deyimler ve atasözlerinden modern medya kanallarına kadar her yerde kadınlık ve erkekliğe ilişkin kalıp yargılarla karşılaşmak mümkündür.

Yapılan araştırmalar güçlü bir erkek egemen toplumsal yapıya sahip olan ülkemizde, oldukça yaygın olan aile içi şiddete maruz kalan kadınların anlamlı bir çıkış yolu göremediklerini ortaya koymaktadır. Kadınların şiddet karşısında en sık gösterdikleri tepkinin sessiz kalmak olduğu, şiddetle baş etmeyi en çok zorlaştıran faktörün ise toplumun boşanmış kadına yönelik tutumu olduğu görülmüştür. Bu bağlamda Türkiye’deki kadınların da tek başlarına etkin bir şekilde şiddetle baş edebilmeleri mümkün görünmemekte, şiddetle baş edebilmek için çok daha yönlü müdahalelere gereksinim duyulmaktadır.

 

SONUÇ VE ÖNERİLER…

Şiddet; kadının fiziksel, ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine, acı çekmesine, onurunun zedelenmesine,  özgüvenini yitirmesine ve kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine yol açan bir eylem olup sağlıklı toplumların oluşmasında önemli bir engeldir. Kadına yönelik aile içi şiddet de kültürel, coğrafi, dini, ekonomik ve toplumsal sınır tanımayan  bir insan hakları ihlali olarak geçmişten bugüne varlığını sürdürmektedir. Dünya ve Türkiye’deki verilerden de anlaşıldığı üzere giderek artan çizgide seyreden bu hak ihlalinin devam ediyor olması yeni ve acil önlemlerin alınmasını gerekli kılmaktadır.

Tarih boyunca süregelen ve ataerkil kültürün doğası halini alan kadına yönelik aile içi şiddetin bir sorun olarak algılanması ve çözüm üretilmeye çalışılması maalesef oldukça yakın tarihlerde gündem bulmuştur. Kadına yönelik şiddetin farklı şekilleri ve farklı neden sonuç ilişkilerine sahip olduklarını anlamak önemlidir. Özellikle faklı şiddet tiplerini ayrı ayrı araştırmak, risk etmenlerini, sürdürücü etmenleri ve koruyucu etmenleri belirlemek bu alanda yapılacak çalışmaların hedefi olmalıdır. Bu şekilde şiddetin ortaya çıkışında psikososyal risk faktörlerinin tanımlanması ve anlaşılması, şiddeti önlemek için gerekli olan önlemleri almamıza yardımcı olacaktır.

Kadına yönelik aile içi şiddetin önüne geçilebilmesi için eğitim, güvenlik, sağlık, sosyal hizmetler, hukuk, sivil toplum kuruluşları ve medya alanlarını kapsayan oldukça geniş ve bütüncül bir politika izlenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu bütüncül yaklaşım doğrultusunda, kadınların aile içi şiddet ve türlerine yönelik olarak bilgilendirilmeleri ile şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması için güçlendirilmeleri (öğrenim düzeyinin yükseltilmesi, ekonomik bağımsızlığının kazandırılması) yani eğitim birincil öncelik olmalıdır. Eğitim kapsamında hem okul çağındaki çocuk ve gençlere bu konuda bilinç kazandırılması hem de yetişkin kadın ve erkeklerin aile içi şiddet, etkileri, iletişim becerileri ve şiddetin engellenmesi gibi konularda bilgilendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, aile içi şiddete yönelik yasal düzenlemelerin yapılması ve kadınların bu düzenlemelerden haberdar olup kullanabilmeleri için medya ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği sağlanması gibi kurumsal ve bireysel önlemlerin birbirini tamamlar nitelikte düzenlenmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak kadına karşı şiddet, öğrenilen bir davranış modeli olup yaptırım gerektiren bir suç ve insan hakları ihlalidir. Bu konuda bir şey yapmamak hem suça ortak olmak hem de şiddetin temel nedenlerinden biri olan kadın erkek eşitsizliğini desteklemek demektir. Kadınların normal ve sağlıklı yaşam hakkına sahip olabilmesi için birey, toplum ve devlet olarak bu eylem bir suç olarak görülmeli, bu suça teşebbüs edenlerin cezalandırılması ve kadınların güvenlik içinde yaşamalarının sağlanması amacıyla her türlü destek  sağlanmalıdır.

Son söz; uygulanan her türlü şiddetin sağlıksız bireyler yaratacağı, sağlıklı ve refah bir toplumun ise ancak sağlıklı bireylerin meydana getirdiği bir toplumdan oluşabileceği de asla unutulmamalıdır.

 

KAYNAKLAR:

  • ‘Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi’. Nazan MOROĞLU; Yeditepe   Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi; TÜKD Genel Başkanı.
  • ‘Kadına Yönelik Farklı Eş Şiddeti Tiplerini Etkileyen Psikososyal Faktörler’, Demet GÜLEÇ ÖYEKÇİN ve ark.,   Türk Psikiyatri Dergisi 2012;23( ):
  • ‘Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Ve Kadınların Aile İçi Şiddete Bakışı’, Şengül YAMAN EFE, Sultan AYAZ.   Anadolu Psikiyatri Dergisi 2010; 11:23-29.
  • ‘Evrensel Bir Kadın Sağlığı Sorunu: Kadına Yönelik Şiddet’, Melike DİŞSİZ, Nevin HOTUN ŞAHİN. Maltepe   Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Cilt:1,Sayı:1.2008.
  • ‘Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık, ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar.’ Bora AKSU. İstanbul Bilgi   Üniversitesi Sosyoloji Ve Eğitim Çalışmaları Birimi (seçbir).
  • ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Ve Şiddet’, Fatma BAŞAR, Nurdan DEMİRCİ. KASHED 2015 2(1): 41-52.
  • ‘Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Baş Etme: Çok Boyutlu Bir İnceleme’, Duygu KANDEMİRCİ, Dilek Yelda   KAĞNICI; Türk Psikoloji Yazıları, Haziran 2014, 17 (33), 1-12.

Bu gönderiyi paylaş