Psikoterapi

Psikoterapi

Psikoterapinin sözlük anlamı, ruhsal yolla tedavi etmek şeklindedir ve bio-psiko-sosyal bir varlık olan insanın problemlerini halletmek için ortaya çıkmış bir disiplindir. İnsanoğlu, mutlu ve huzurlu olabilmek için biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarını giderebilmeli, sosyal çevreye de uyum sağlayıp kendini orada var edebilmelidir. Dolayısıyla sosyal yapı ve kültürel farklılıklardan kaynaklanan problemlerin varlığı göz önüne alındığında bu problemler, ancak  buna uygun psikoterapi tekniklerinin oluşturulmasıyla çözümlenebilir. Batı insanına göre oluşturulmuş psikoterapi uygulama ve yaklaşımları farklı kültürlerde işlerlik arz etmeyebilir.

İnsanın dış dünyaya açılan beş duyusunun her birine göre tedavi teknikleri geliştirmek mümkündür. Görsel olarak bir takım sanat terapileri, belirli mekânların izletilmesi belirli resimlere baktırılması, belirli tiyatro oyunlarının izletilmesi, travmaya maruz kalınan bölgelerle görsel olarak yüzleşilmesi, travma mekânlarına gidilmesi, korkunun desensitizasyonunda resimden canlısına kadar görsel malzemenin kullanılması vs. İşitsel olarak bakıldığında ritm tedavisi, musiki tedavisi, muhtelif seslerin dinletilmesi (su sesi, doğa sesi, kuş sesi, dalga sesi vb.), dokunsal olarak dans terapisi, dokunmatik terapi, cinsel terapide vücut masajı, partner vücudunun masajı, duyulara odaklanılması vs. Koku ve tat ile ilintili olarak da koku ve tada bağlı çağrışım zincirlerinin sağlıklı linklerde bağlantılarının kurulması sayesinde oluşturulabilen tedavi teknikleri bulunmaktadır. Burada özellikle konuşmayla bağlantılı olarak yapılan terapi çok önemlidir. Bütün terapilerin büyük çoğunluğu konuşularak yürütülür. Çünkü insanoğlunun, insan olma özelliğinin en temel belirtisi konuşma özelliğidir. Konuşma beş duyuyla şekillenmiş olan içsel tasarımların simgeyle dile gelmesidir. Ancak psikoterapi, iki kişi arasında geçen sıradan bir sohbet değil, tedavi etmek amacıyla planlı bir şekilde yürütülen uygulamalardır. Bu  felsefi ve bilimsel bir arka plana sahip uygulamalar, dört ana grupda ele alınabilir:

  1. Kaynağını Pavlov’un hayvanlar üzerinde yapmış olduğu çalışmalardan alan ve koşullu şartlanmayı temel kabul eden Davranışçı Psikoterapi tekniği: Davranışçı psikoterapi insanı mutsuz ve huzursuz eden, sıkıntıya neden olan davranışları düzeltmeyi amaçlayan psikoterapi tekniğidir. Bu model insanın iç dünyasına girmeden onu dıştan gözlemleyerek hareketlerin neden ve niçinlerini araştıran, tüm davranışları belirli kalıplarda izah etmeye çalışan ve daha çok bir öğrenme modeline dayanan bir yaklaşım tarzıdır.
  2. İnsanı hayvandan ayıran temel yapının düşünce olduğunu iddia eden ve algılama farklılığı üzerinde duran Bilişsel Psikoterapiler: Bilişsel ekol, insanın bir hayvan olmadığını, hayvandan farklı olarak algılama araçlarıyla dışardan algı alan, bunu bilgi olarak değerlendiren, beyinde insan olmanın temel özelliği olan yorumlama kavramıyla algılanan bilgiye şekil veren ve bu bilgiyi yorumlayan, yoruma bağlı olarak da tepki gösteren bir varlık olduğuna inanmaktadır. Her şey beyindeki komuta kontrol bölgesindeki yorumlama merkezi tarafından idare edilmektedir.
  3. İnsanın problemlerini kesitsel olarak almayıp geçmişle bütünleştirerek, geçmişin ana şablonlarının bugünkü izdüşümleri yarattığına inanan Dinamik Psikoterapiler: Hastayı ne kadar bilgilendirirseniz bilgilendirin, hastaya ne kadar bilişsel iç görü kazandırırsanız kazandırın, bazı hastalar çocukluk dönemindeki yaşantıladığı anne, baba, çocuk üçgenindeki temel yapıları bugünkü yaşantısında hep tekrarlamaktadır. Bu yapıyı bilişsel tekniklerin yöntemi doğrultusunda akılla, mantıkla ve bilgiyle değiştirmek mümkün değildir. Bu yaşantılama tekrar sahneye konmalı, bir üst kalıp üzerinden geçilerek yeni bir biçime/kalıba dökülmelidir. Tedavi ancak o zaman mümkün olabilmektedir. İşte bu tarz yaklaşıma psiko-dinamik yaklaşım modeli denmektedir.
  4. İnsanın en temel varlık nedenlerini irdeleyen ve cevap bulunamayan sorularla ilintili olarak insanın kriz yaşadığını iddia eden Varoluşçu Psikoterapiler.

Yukarıda belirttiğimiz gibi insanın ruhsal yapısı katman katmandır. Bazı bilim adamlarına göre ruhsal aygıtın en basit, en anlaşılabilir kısmı ve katmanı dışta gözlemlediğimiz davranışsal kalıplardır. Davranışsal kalıplar en kolay çözümlenebilen, anlaşılabilen, bozukluğu varsa tedavi edilebilen yapılardır. Onun altındaki katman bilişsel katmandır. Burada işler biraz daha karmaşıklaşmakta; davranışla etkileşerek, davranışı etkilemekte ve davranıştan etkilenmektedir. Daha derin katmana indiğimizde psiko-dinamik bir yapıyla karşılaşıyoruz. Burada işler daha da karışmakta sistem daha da komplike olmakta, girdiler çoğalmakta, girdilerin şekil değişikliği çeşitli kılıklara bürünebilmektedir. Bu temel girdiler bilişsel süreçleri, bilişsel süreçler de davranışı etkilemekte, davranış ve bilişsel süreçler dinamik yapıyı değiştirebilmekte ve farklı kılıklara sokabilmektedir. Çekirdeğe indiğimizde en derin katmana ulaşıyoruz. İnsanın varoluşsal katmanı. Bu katman tüm şekil şartlarından uzak, dışsal gerçekliğin zorunluluklarından uzak, kendi içsel varoluşunu sorgulayan bir zihnin yarattığı bir insan anlayışıdır. Bu katmanı konu edinen varoluşçu psikoterapi, insanın bu içsel varoluşunda yaşadığı varoluşsal krizlerini irdelemeye çalışmaktadır.

Bütüncül Psikoterapi

Bütün bu psikoterapi teknikleri tek başına ele alındığında insanın gerçeğinin bir tarafını izah etmekte ve bütünü izahta yetersiz kalmaktadır. Tek bir teoriye saplanıp kaldığımızda bir klinisyen olarak nasıl bir çıkmaza girdiğimizi defalarca yaşadık. Bu açmazdan çıkmanın tek yolu, geliştirilmiş olan psiko-terapik yaklaşımların her birinin hangi hastaya hangi aşamada uygulanabileceğinin teorik temellerinin oluşturulması zorunluluğudur. Psikoterapinin bu açmazı ortadan kaldırılabilir. Çağdaş gelişmeler psikoterapi tekniklerinin bu bütüncül yaklaşıma doğru seyrettiğini bizlere göstermektedir. Burada bağnazca bir tavır takınıp tek bir teoriye saplanıp kalmak hem kısırlığa neden olur hem de hastaya yeteri kadar yararlı olmayı engeller. Batıda geliştirilen insan modellerinden ve tedavi yaklaşımlarından birini katı bir şekilde benimseyip uygulamamızı engelleyen ve böyle bütüncül bir modeli benimsememizi gerektiren bir diğer neden de yaşadığımız toplumun kültürel ve sosyal gerçekliği ile ilgilidir.

Kaynak: psikoder.org.tr